Arşiv

Açık Oturum Nedir? Açık Oturumun Özellikleri

Açık Oturum Nedir?

Açık oturum nedir, ne demek? Konusunda uzmanlığı herkesçe kabul edilen ve yetkin konumda olan, gerekli alt yapı ve bilgi birikimine sahip kişilerin bir masa çevresinde toplanarak tartışmasına fikir alışverişinde bulunmasına açık oturum denir.

Açık Oturumun Özellikleri 

  • Açık oturumlarda tartışmaya konu olacak her türlü konu ve mesaj verilmesi istenen araç toplumun bir bölümünü ya da tamamını ilgilendirmeli, herkese açık olarak ifade ediliyor olmasına imkân verilmelidir.
  • Açık oturum salonlarda izleyici karşısında, televizyon yayın kanal ve her türlü TV ekran karşısında, radyoda dinleyici önünde ve tek frekans ötede 3-5 tartışmacı grup tarafından gerçekleştirilen tartışma grupları ve araçlarına hizmet eden alanlardandır. Açık oturum bu şekilde izleyici ve dinleyici kitlesi ile nerede kendini ifade etme şansı bulacaksa orada tartışma evreni yaratmakta, tartışmacı gruplar vasıtası ile kitlelere milyonlara seslerini en hızlı ve etkin bir şekilde duyurabileceklerdir.
  • Bir başkan ile yönetilen açık oturum, başkanın söz vermesi halinde konuşmacılar ortaya fikir beyan edecekler, sorular soracaklar, giriş konuşması yapacaklar ve konuşma düzenli ve akışkan bir durumdayken fikir akımı gerçekleşecektir.
  • Açıkoturum yapılmadan hemen önce başkan; gerekli araştırmaları enine boyuna yaparak, bir plan dâhilinde yoluna devam etmekle hükümlüdür. Konunun muhtevası, mesajı ve içeriğinin dinleyiciler ve konuşmacılar için uygunluğu, risk planı, tartışmanın içinde yer alan soruların boyutu ve konunun can damarı niteliğindeki soru haznesinin yetkinliği, dikkat unsuru ve tartışmanın seyrini değiştirecek araçların hangisi olduğu vs. durumlarla açık oturum başkanı karşılaşacağının planını ve önlem niteliğindeki çözüm haritasını kurarak sürece etkin katılımını sağlayabilmektedir. Bu sebeplerle başkan önce plan yapmalı, bu doğrultuda konu planını şekillendirmelidir.
  • Başkan açık oturum süresince karşılaşabileceği tatsız ve saygı sınırlarını zorlayıcı, nezaketten yoksun her türlü olay durum ve hareketlere karşı önlem almalı, anında duruma müdahale Etmeli ve varsa çirkin saldırıları önleme becerisine sahip olmalıdır.
  • Oturum sonrasında konu ve olaylara karşı genel bir bakış açısı geliştirmeli, karşıt ya da aynı doğrultuda olan fikir ve düşünceleri özetleyerek bir durum değerlendirmesi yapmalıdır.
  • Açık oturumda başkan temel öğe ve olayları düzenleme noktasındaki yürütme merciidir.
  • Açık oturumda yarışma ve rekabet havası, yönelimi ve işleyişi yoktur. Başkan konuyu belirtecek, konuşmacıları dinleyicilere takdim edecek, ele alınması istenen konu ana ve yardımcı öğeleri sıralayacak, daha sonra konuşmacılara ara ile sorular soracak aşama aşama gerçekleşecek bu adımlar sonucunda dikkatli ve düzenli bir tartışmanın temel prensipleri vücut bulacaktır. Konuşmacılar ve dinleyiciler ana ekseni etrafında kaliteli bir bilgi fırtınası iklimi oluşacaktır.
  • Konuşmacıların fikirlerini  düzenlemesi ve  eksiksiz bir şekilde beyan etmesi sıra ile gerçekleşip,diğer  konuşmacılar sıralarını beklerken konuşan kişinin  sözlerini özenle dikkat ve takip etmektedirler.Bu aşamada önemli ve dip not olarak gördükleri konuşmaları not alarak sıra kendilerine geldiklerinde  bilgi dağarcıkları ve birikimleri dahilinde karşıt ya da aynı yörüngede izleyen düşünceleri ile katkı ve  öneri  sunma noktasında uygun doneler elde edeceklerdir.
  • Oturuma katılacak olan konuşmacıların uygun bilgi birikimine sahip olması, kaliteli bir iletişim vasfını taşıyor olması ve savundukları bilgi ve terminolojiye karşı önceden hazırlıklı ve çalışır durumda gelmeleri açık oturum kalite düzeyini artırır durumda ve yetkinliğinde bir değer oluşturmaktadır. Konuşmacılar diğer konuşma grupları, izleyici ve dinleyici kitlesi karşısında son derece saygılı olmalı, nezaketli olma vasfını asla elden bırakmamalıdırlar.

Açık oturum aşama ve genel sıralama ölçeği şöyle ifade edilmektedir:

  • Konuşmacıların kim olduğu ve uzmanlık alanlarının kimliklerinin ve biyografi özelliklerinin konuyla ve tartışmanın seyriyle ilişkili olup olmaması, önceden kimlerin tartışma gruplarında yer alması gerektiğinin belirlenmesi, netlik kazanması.
  • Açık oturumu yönetecek ve açık oturum kalitesini yükseltecek nitelikte, hal durum, tavır, konuya vakıf olma, ortamın saygı sınırlarını zorlayan hallerine karşı risk planı ve önlemi almasını bilen yetkin ve uzman bir başkan seçiminin yapılması önceden belirlenebilir bir zaman çizelgesinin tayin dilmesi, açık oturum başkanının kim olduğunu seçip belirlenmesi.
  • Başkanın konuşmacıları ayrı ayrı tanıtması dinleyicilerin merak ve konu ile ilinti olup olmadığı noktasındaki meraklarını giderici bilgiler vermesi, konuşmacılara sıra ile söz hakkı tanıması.
  • Seçilen konu ve tartışma aracı her ne ise başkan tarafından sunulup birkaç turda daha anlaşılır ve tartışılabilir bir uygun zaman zemini oluşturma becerisi.
  • Başkanın konunun sonlarına gelindiğinde konuyu genel hatları ile çıkarımda bulunarak toparlaması ve dinleyici sorularını tek tek alması, tartışmanın geldiği boyutu daha iyi anlama noktasında kritik ve belirlenebilir bir sonuç görüş açısı geliştirilmesi.

Her bakımdan açık oturum başkanı konuşmacıları ve dinleyicileri açısından bir bütünlük ve ahenk oluşturmaktadır. Biri olmadan diğerinin anlam ve ehemmiyeti kalmayacaktır. Bu amaçla açık oturumdaki her öğe kendi üstüne düşen görevi yapmalı, asla kamuoyu ve kitlelerin takip ettiği tv, radyo gibi kuruluşların önünde nezaket kurallarını aşan tartışma hal ve hareketlerinin içine girilmemelidir. Milyonlara saniye farkla ulaşılma noktasında dijital devin ve markaların giderek sayısını artırdığı uzay çağında, edeceğiniz tek bir yanlış kelime veya cümle kitle araçlarını kullanan ve aşina olan herkes için negatif bir etki yaratacaktır. Açık oturum kitle araçlarının en çok kullanıldığı mecralarda görev ve hizmet sahası geliştiren tartışma yöntemlerindendir. Bu yüzden herkes örnek olduğunun bilincine varıp, saygı prensibi ile konunun dışına çıkmadan Açık oturum konuşma planını titizlikle gerçekleştirmelidir.

 

Açık Oturum Örnekleri

Konu:Ziya GÖKALP ve Türk Düşüncesi
Yöneten: Ali GEVGİLLİ
Katılanlar: Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA,
Prof. Dr. Şerif MARDİN

ALİ GEVGİLLİ – Türk düşüncesinin gelişimindeki en önemli dönüm noktalarından birisi, Ziya Gökalp’tır. Büyük sosyolog ve düşünür Gökalp, ölümünün ellinci yılı dolayısıyla, 1974 ekiminde Türkiye’de yeniden saygıyla anılıyor.

Bugün yapacağımız açık oturumun konusunu, Gökalp’ın yeri ve düşüncelerinin kaynakları gibi meseleler oluşturacak.

Sayın Prof. Kaplan, Türk toplumunun hangi meselelerle karşı karşıya bulunduğu bir dönemde tarih sahnesine çıkmıştır, Gökalp? Ziya Gökalp’in düşünceleri, davranışları, tezleriyle Türk kültür ve düşünce dünyasına getirdiği yenilikler, temel kavramlar nelerdir?

PROF. KAPLAN: Ziya Gökalp “büyük mefkûrelerin, toplumların büyük buhranlar geçirdiği yıllarda doğduğunu1′ söyler. Gökalp’ı de aynı gerçeğin ışığında değerlendirmek mümkün.

Gerçekten de, yaşadığı dönemde, hem Ziya Gökalp kişisel hayatında kendisini intihara götürecek kadar büyük bir buhran geçirmiştir, hem de o dönem yani 1874 – 1924 arası Türk toplumu için büyük bir buhran zamanı olmuştur. Gökalp’ın kendi açıklamalarına göre, kişisel hayatındaki buhran da Türk toplumunun geçirmiş bulunduğu buhranla zaten çok yakından ilgiliydi.

Söylendiğine göre, gençlik yıllarında yaşadığı bu buhran, Batı’dan gelen materyalist tabiat görüşü’yle içinde bulunduğu dinsel dünya arasındaki çatışmadan doğmuştur. Gökalp, çatışan iki ayrı dünya görüşü arasında kalmış ve hayatına giderek bir anlam veremeyerek intihara kalkışmıştı. Mutlu bir tesadüf neticesi intihardan kurtulmuştur. Gökalp. Bu, onun iki uç olan materyalizmin ile eski şark mistisizmi arasında son derece enteresan bir görüş bulmasıyla sonuçlanan bir kişilik bunalımdır.

Gökalp’in yaşamış olduğu kişilik buhranı, Tanzimat’tan sonra bizzat Türk toplumunun yaşadığı büyük buhranın uzantısıdır. O devir, daha ziyade maddeye, makineye, tabiata önem veren Batı medeniyeti bin yıldan beri Türk kültürüne şekil veren din ve mistik düşünce arasındaki çatışmanın zirvelere ulaştığı dönemdi. 1874 ile cumhuriyet arasında, imparatorluktan millî devlet’e geçiş diye adlandırdığımız son derece mühim bir sosyal değişmenin içinde bulunuyordu. Türkiye. Ziya Gökalp bir tek değil, çeşitli plânlarda Türk toplumunun yaşamış olduğu değişim buhranlarına cevaplar aramış ve karşılıklar vermiştir.

MİLLÎ DEVLETE YÖNELEN DÜŞÜNÜR
Gökalp’in buldukları ve Türk toplumuna getirdikleri, topluca, şöyle açıklanabilir:

Osmanlı devletinin dağılmakta olduğu o yıllarda Gökalp’in büyük rolü, millî devlet’in ana fikirlerini bulmuş ve belki de en iyi biçimde ifade etmiş olmasıdır. İmparatorluğun içinden tarihi akışı sonucu millî bir devlet doğmuştur. Cumhuriyet ile kemaline erişmiştir, milli devlet. İşte cumhuriyetten önce de, cumhuriyetten sonra da bu yönde gelişen fikirlerin büyük kısmını Ziya Gökalp buldu ve çevresindeki insanlara aktardı. Bu fikirler, tarihî şartlara uygun oldukları için gerçekten de çok etkili oldular. Arap, Fars, Bizans, Türk gibi çeşitli unsurlardan ibaret karışık Osmanlı yüksek kültürü’nün yerine Ziya Gökalp’ın getirmiş olduğu en önemli şey, millî kültür kavramıdır.

Gökalp, yolunu aydınlattığı millî devlet’i, milliyetçilik fikri üzerine dayandırır. Milliyetçiliği ise millî kültür temeline oturtur ve millî dil fikrine dayandırır. Bir sistem bulan Gökalp zamanla bu sistem içinde çeşitli fikirleri işlemiştir.

ATATÜRK VE GÖKALP
Gökalp, cumhuriyet devrinden önceki (1911 – 1923) nesle tesir etmekle beraber, gerçekten, cumhuriyet sonrasını da ana fikirleriyle son derece etkileyebilmiştir. Zaten pek çok bakımdan Atatürk’le paraleldir, fikirleri. Atatürk de millî devlet fikriyle hareket netmiştir. Ziya Gökalp, cumhuriyet’le beraber, meselâ, Türkçülüğün Esasları’nda, fikirlerinde tarihî şartlara göre ayarlamalar yapmıştır. Merhaleler vardır, düşüncelerinde. Millî devlet fikri, millî kültür fikri, sade dil fikri, her yönüyle halk kültürüne değer verme düşüncesi ve buna benzer fikirleri cumhuriyet sonrasından bütün Türk toplumuna mal olmuştur. Gökalp’ın düşünceleri cumhuriyetin yarım yüzyılı boyunca yaşar ve nesillerden nesillere intikal ederken fikirlerinin bazıları belki de tarihî şartlar müsait olmadığı için fazla yeşermemiş ya da dikkati çekmemiştir.

Ama 70’lerin sosyal ve ekonomik şartları içinde Gökalp’in tekrar üstünde durulması gereken son derece enteresan fikirleri de var.

GÖKALP’İN DRAMI VE BATININ ŞÜPHESİ
GEVGİLLİ :- Ziya Gökalp’in en ilginç yanlarından birisi de kendi çağdaşlarının hem içinde, hem de dışında olabilme özelliğidir. nSayın Prof. Mardin, bir sosyolog olarak çağına dönüp, Gökalp’in sosyal ve bilimsel köklerine indiğimiz zaman nelerle karşılaşıyorsunuz? Özellikle XIX. Yüzyıl sonu ve XX. Yüzyıl başları Türkiye’sinin bir yeniliğini teşkil eden pozitivist düşünce, Gökalp ve çağdaşlarına hangi kaynaklardan geliyor?

Gökalp’in pozitivizm’le dinsel dünya arasındaki bunalıma verdiği karşılık, Türkçülük tezleri ne gibi özellikler taşıyor?

PROF. MARDİN-Ziya Gökalp’in fikirlerini anlamaya çalışırken, kendisini intihara kadar sürüklemiş olan şahsî buran, hiç kuşkusuz, temeldeki bazı gerçekleri aydınlatabilecek bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Ziya Gökalp’in bunalımı, kendi kuşağının da buhranıydı. Bir yanda Osmanlı toplumundaki İslâm dini terbiyesinin önerdiği esaslar, öte yandan da Osmanlı İmparatorluğu’nda o devirde her şeye rağmen yayılmaya da başlayan yeni fikir akımları ve bunları bağdaştırma sorunu vardı. Gökalp, bu dramı yaşadı.

Ziya Gökalp kendi devrindeki fikirlerden esinlenmiş ve etkilenmiştir. Bunlar o dönemin Batısında da beliren eğilimlerdir ve orda da pozitivizm ile din arasındaki köprüyü kurmaya çalışmaktadırlar. Özellikle XIX. Yüzyılın sonuna doğru Nietzsche’nin Batı uygarlığını yerici bir biçimde ele almasıyla birlikte, pozitivist görüşün eskiden beri vaat ettiği sonuçlara varamayacağı şüphesi belirmiştir. Batı’da. Gökalp’in esinlendiği düşünürlerin kafasında, bu etkileri açıkça görmek mümkündür.

NEDEN TÜRKÇÜLÜK?
Türkçülüğün şekillenmesini anlamak için yine aynı toplumsal grupta bir kısmı serhatlardan gelen bu taşra öğrencilerinin devlet’in parçalandığı kaygı ve korkusunu hatırlamak gerekir. Yine aynı kurumdaki karşılıklı öğrenci ilişkileri ve Türklükle ilgili yayınlar, bu sorunun da öğrenciler için bir entelektüel odak noktası halinde gelişmesini temin etmiştir.

GEVGİLLİ – Gökalp’in yaşadığı çağ, kişilik bunalımlarının yanı sıra, Türk toplumunda büyük politik ve ekonomik bunalımlarında sahneye çıktığı bir çağdı. Sayın Prof. Turtaya, Gökalp’in geçirdiği tarih kesitlerini bir siyasal bilimci olarak incelediniz zaman, hangi gelişme eğilimlerini görüyorsunuz? Gökalp, çağının politik meselelerine hangi karşılıkları vermiş, ne gibi katkılarda bulunmuştur?

PROF. TUNAYA – “Ziya Gökalp Türkiye’de büyük bir insan ve fikir adamı olmakla birlikte, aynı zamanda, büyük bir olay’dır da. Bu olayı, pek doğal olarak, kendi yaşadığı toplumun koşullarından da ayırmaya imkân yoktur. Onun için:

* Gökalp’i önce Meşrutiyet toplumu içinde incelemek gerekir.

* Daha sonra Gökalp’i, o toplumun alın yazısını elinde bulundurmuş ve altı aylık bir süre dışında sürekli iktidarda kalmış olan bir partinin, İttihat ve Terakki’nin içinde ele almak zorunludur.

* Ondan sonra da Ziya Gökalp’in bu topluma, bu parti kanalıyla neler getirdiğini araştırmak gerekiyor.

Osmanlı İmparatorluğu 1908yılında İşkodra’dan Basra’ya kadar uzanan, üç milyon kilometrekareyi aşan bir ülkeye sahipti ve ülke üzerinde yaklaşık olarak otuz milyon insan yaşıyordu. Bu nüfusun yüzde 80’i köylüydü. 1919 yılında yapılan bir istatistiğe göre, imparatorlukta altmış bin köy vardı, bunların on bininde ise okul yoktu. Beyrut ve Şam bölgesinde beş yüz köye bir tek okul düşüyordu. Yine doğrudan doğruya nazırların yaptıkları açıklamalara göre, yüz kuruş vergi veren halka yirmi paralık sağlık hizmeti yapılmıyordu. Öyle ki, bir mebus, “insanlarımız vahşi hayvanlar gibi yaşıyorlar, onları ehlî hayvan durumuna çıkarsak, çok büyük bir iş başarmış oluruz” diyebiliyordu o sıralarda. Köylü toprağın sahibi değil; zaten nüfusun yüzde 40’ı ancak elli dönüme kadar arazi sahibidir.

Ayrıca, Osmanlı Devleti dışa bağlıdır. Türkiye’de kapitülâsyonlar, imtiyazlı şirketler, yabancı sermayeler var ve bunlar olağanüstü baskıları deney bilmektedirler. Parlâmento üstünde bile dış çevreler öylesine baskılar yapıyorlar ki. Parlâmentonun adeta bağımsızlığını kaybettiğini gösteren bir delil, İspirtolu İçkiler Kanunu’dur. Bu kanun parlâmentodan çıkmış ve padişah tarafından tasdik edilmiş olmasına rağmen çıkarı olan devletlerin başvurmaları üzerine geri alınmıştır.

Bütünüyle dışa bağlı ve dış borçlanmalarla yaşayan bir ekonomiydi, bu. İkinci Meşrutiyet dokuz kere borçlanmıştır. Umumi harp sonunda devletin bir milyarı aşkın borcu vardı. Yalnız 1916 yılında borç taksitlerinin toplamı yirmi milyonu tutuyordu. Bu kendisine, pek hakim olamayan bir toplumdu. Abdülhamit toplumunun devamıydı.

TÜRK TARİHİNİN BİR AŞAMASI
GEVGİLLİ:- “Ziya Gökalp’in ölümünün ellinci yılında, Osmanlı’nın en son dönemlerini ve Ziya Gökalp’in o günün Türkiye’si içindeki yerini değerlendiren bu açık oturumda şu ana görüşler beliriyor:

1. XIX. Yüzyıl sonlarında Türkiye ekonomik ve politik anlamda artık büyük bir sarsıntı ve dış baskı süreci içindedir. Ekonomi kendi kendisini geliştirmekte güçsüz düşüyor; buna karşılık, kapitülâsyonlar, yabancı sermaye ve yabancı şirketler aracılığıyla güçlü Avrupa devletleri Türkiye üzerinde belirli bir tempoyla hegemonya kurmaya yöneliyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda yayılan milliyetçi akımlarla Balkan halkları arasında ayrılıkça eğilimler büyürken, Türklerin yalnızlığı artıyordu.

2. Türk aydın tabakalarının o dönemde toplumu kurtarıcı çözümler aradıkları görülür. Ziya Gökalp Anadolu’dan gelen bir aydın olarak, burada hem toplumda beliren yeni Batılı düşüncelerin, pozitivizmin etkilerini yaşamış, hem de geldiği kaynağın kendisine verdiği mistik, dinci yönlerden çelişkilerini duymuştur. Ziya Gökalp’i intihar deneyine kadar sürükleyen bu bunalım, o dönem aydınının yaşadığı Doğu – Batı çelişkisinin de bir simgesi sayılabilir. Gökalp, çelişkiyi birey’in yerine toplum’u koymakla birlikte, belirli bir mistisizmi de sürdürerek yeni bir denge içinde çözmek istemiştir.

3. Politik plâtformda ise, Gökalp millî devlet kavramının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alacak bir Türk devleti’nin, Türkçülüğün, çok daha büyük bir perspektifte ise Turan devleti dediği bir Türk İmparatorluğu’nun ideolojik, politik, düşünsel temellerini ortaya koymak istemiştir, Gökalp.

4. Bir bilim adamı olduğu kadar, politik bir kişi de olan Gökalp, kendi çağdaşları arasında, onların üstüne çıkan ve topluma, kendine özgü yeni sentezler sunmaya çalışan kişiliğiyle hâlâ dikkati çekiyor ve tarihteki yerini alıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu